Tekfen Filarmoni’nin katkılarıyla hazırladığımız Sub Rosa’nın bu bölümünde konuklarımız Burak Onur Erdem, Aslıhan And ve Aziz Baziki ile pandemi sürecinde, korolar ve üflemeli sazlar gibi nefesi odağına alan müzikal pratiklerin yaşadıkları etkilerden bahsettik. Çevrimiçi konserlerde yaşanan tecrübeleri, avantaj ve dezavantajları bakımından, müzisyenin ve dinleyicinin perspektifinden, müzik-mekân ilişkisi bağlamında değerlendirirken; pandemi sonrası klasik müzik sahnesinde olası değişimler hakkında konuklarımızın öngörülerini dinledik.
Sürdürülebilirlik Hedefleri: 1, 3, 8, 10, 12
Zafer Yenal: Geçen hafta, ismine İKSV'den aşina olduğumuz Görgün Taner ve Yeşim Gürer Oymak programımızın konuklarıydı. Onlarla birlikte, bir yandan klasik müzik sektöründe savunuculuk ve bilgilendirme faaliyetlerini değerlendirdik, bir yandan da klasik müzik dünyasının pandemi sürecinden ekonomik açıdan nasıl etkilendiğinden bahsettik.
Gündeme gelen önemli konulardan biri dijitalleşmeydi ve dijitalleşmenin getirdikleri ile götürdükleri üzerine konuştuk. Bu bağlamda, izleyici sayısındaki artışın dijitalleşmenin bir getirisi olarak değerlendirilebileceği söylenebilir.
İstanbul Müzik Festivali’ni düşündüğümüzde; 2017’den 2019’a kadar, ortalama 16-17 bin kişinin konserleri izlediğini biliyoruz. 2020’de dijital platforma geçişle birlikte, 48. İstanbul Müzik Festivali’nde toplam izleyici sayısı 80 binleri bulmuş vaziyette idi. Rakamlar bu denli yükselirken, tıklayan herkesin konserin tamamını aktif olarak seyredip seyretmediğine dair sorular da aklımıza gelmekte.
Olumlu tarafından bakılırsa; bunların bir çarpanı da olabilir. Bir IP’den belki birkaç kişi de seyretmiş olabilir. Bunun yanında, izlenme rakamlarının yarattığı ekonomik değerin nasıl paylaşıldığı ve bu paylaşımın ne denli hakkaniyetli olduğu da önemli hususlardan.
Giderek fiyatların düştüğü, hatta ücretsiz konserlerin çoğaldığı günlerde, bu etkinliklerin ekonomik anlamda sürdürülebilirliği oldukça önemli bir konu haline geliyor. Öte yandan sürecin sosyal boyutu da bir o kadar önemli çünkü müzik sadece işittiklerimizden ibaret değil.
Yaren Eren Budak:Müzisyenler kadar dinleyiciler de aslında performansın bir parçası. Dinleyicilerin o gün ne durumda olduğu, konsere nasıl tepki verdiği, alkışları ya da çığlıkları kadar; sessizliği de önemli. Yani canlı müzik dinleyicisi için sessizliğin de dereceleri var.
Canlı performans esnasında; o karanlık salonda, çevredekileri kör edecek düzeyde parlamakta olan telefonunun ekranını kurcalayan bir dinleyiciyle; konseri sessizce, adeta nefesini tutarak dinleyen birinin arasındaki farkı ve bütün bunların sahneye olan etkisini biraz düşünelim.
Laf aramızda, müzisyenler sıklıkla bunlardan bahsederler. Çok özel icralarda salondaki titreşimin, havadaki yoğunluğun resmen hissedildiğinden ve bu durumun performansa nasıl etki ettiğinden bahsedilir.
Klasik müzik sahnesinde kayıt dışılık ve koro faaliyetleri
YEB: Burak Onur Erdem’i kısaca tanıyalım. Kendisi, 2013 yılından beri konuk ve yardımcı şef olarak çalıştığı Devlet Çok Sesli Korosu’nda 2017-2018 sezonu itibarıyla asil şef olarak görev yapıyor.
ZY: Erdem, aynı zamanda Boğaziçi Siyaset Bilimi mezunu. Dolayısıyla ciddi bir sosyal bilimler formasyonu da almış bir müzisyen.
Sohbetimize pandemi sürecinde enformel sektörde çalışanlar hakkında bir soru ile başlamak istiyoruz. Dünyada 1,6 milyar insanın kayıt dışı ekonomide çalıştığı söyleniyor; bu veriye göre klasik müzik sektöründe olanlar nerede duruyor sizce?
Burak Onur Erdem: Dediğiniz gibi kesinlikle müzik sektöründe ciddi bir kayıt dışılık var. Klasik müzikte bu biraz daha farklı bir boyutta. Klasik müzik camiasında başta devlete bağlı olmak üzere çok sayıda sanat kurumu var. Türkiye’de bu noktada; Devlet Opera Bale veya Güzel Sanatların altındaki senfoni orkestraları, korolar olmak üzere birçok müzik topluluğu var. Ekonominin kayıtlı olduğu bölümünde gördüğümüz yapılar olmakla beraber, bir de özel sektörün yürütmekte olduğu orkestralar veya topluluklar var. Bunların bir kısmı kayıt altında, ancak büyük çoğunluğu kayıt dışında.
Bu da pandeminin bize çok acı bir yoldan gösterdiği bir gerçek oldu diye düşünüyorum. Klasik müzik camiasında çalışan sanatçılar olarak bir araya gelmenin ve örgütlü çalışmanın topluluğumuzun iyiliği için önemini ortaya çıkardığını düşünüyorum.
ZY: Salgın dönemini ele alacak olursak; siz bu dönemi nasıl yaşadınız? Özellikle koro faaliyetleri açısından baktığınızda nasıl bir süreç olarak değerlendiriyorsunuz?
BOE: Koro deyince direkt kendimizi en çok etkilenen topluluklar içerisine koyabiliriz. Öncelikle bunu söyleyerek başlamak lazım, çünkü nefesle çalışıyoruz. Ayrıca topluluk halinde çalışıyoruz. Dolayısıyla pandemide en büyük risk gruplarından biriyiz.
Her şey dijitale entegre olmaya başladı, dolayısıyla buluşamadığımız zaman çevrimiçi etkinlik yapmak alternatifi akla geliyor. Türkiye’de bunu yürüten birçok koro var. Size bir veri söyleyeyim; ben, Avrupa Koro Federasyonu yönetim kurulundayım ve orada yaptığımız bir araştırmada; korolarda çalışan amatör şarkıcıların %44'ü online metotlara yöneldiğini söylemiş. Bahsettiğim geçen senenin verisi. Bu sene bence bu oran daha da artmıştır çünkü bu bir ihtiyaç, hatta temel bir ihtiyaç. Özellikle amatör korolarda bir araya gelebilmek için dijitale yönelmek söz konusu.
İllüstrasyon: Jon McCormack.
Dijital platformlar1 canlı performansın yerini kesinlikle tutmuyor; çünkü koronun deneyim alanı, aynı mekânda olmak ve aynı nefesi solumak gibi bileşenleri içeriyor. Böyle söyleyince kulağa oldukça riskli geliyor.
Koro icrası, eş zamanlı performans göstermek üzerinden kurgulanmıştır ve koronun anlamlı olması için eş zamanlılık gerekir. Eğer Danimarka’nın kullandığı gibi çok yüksek teknoloji sistemlerini kullanmıyorsanız, dijitalde bu imkânsız. Nitekim Danimarka bu konuda oldukça başarılı bir örnek.
Baltık ve İskandinavya ülkeleri çevrimiçi olarak da eş zamanlı çalışıyorlar ve orada yeni üretimler de yaratıyorlar. Fakat yine de canlı performansın yerini tutmayacaktır çünkü işin temelinde aynı mekânda buluşmak ve ortak bir deneyim yaşamak var. Bu açıdan büyük bir etki aldığımızı düşünsem de bunun olumlu bir hale dönüşeceğini de düşünüyorum.
Pandemiden bütün sektörler etkilendi, bu bir gerçek. Açıkçası sanatçılar bu süreçten daha çok etkilenmedi. Restoranlar kadar etkilendi belki… Bir yandan başka fırsatlar da ortaya çıkıyor. Örneğin, gözlemlediğim kadarıyla şu anda çok ciddi bir çevrimiçi özel ders sirkülasyonu var. Bunun yanında farklı yönlere giden streaming konserlere yönelimler de mevcut.
Şunu söyleyeyim; hep beraber etkilendik ama ben dramatik olan bir şey görmüyorum. Diğer sektörlere bakıldığında, burada en çok ve doğrudan etkilenenlerin sağlık çalışanları olduğunu düşünürsek, geri kalan sektörler daha ziyade süreçten ekonomik açıdan etkilenmiş gibi görünüyor... Tabii ki bu bizi vahşi bir biçimde sarstı ve bunu yadsımıyorum.
Pandemi sürecinde dönüşen sanat formları
Bu etkilenmenin, neyi neden yaptığımıza dair çok ciddi bir sorgulama sürecini yaratarak gerçekleştiğini düşünüyorum. Şimdiden örneklerini görmeye başladığımız gibi, ortaya çıkardığımız sanatsal üretimin, 2022 itibarıyla yeni formlara dönüşeceğini düşünüyorum.
Bu risk var olduğu sürece, devasa koroları ve devasa orkestraları bir süreliğine unutacağız. Daha küçük, butik ve kompakt yapıların ortaya çıkacağını, belki de oda müziği topluluklarının ağırlık kazandığını göreceğiz ki, görüyoruz. Korolarda da aynı şekilde; oda koroları, daha az kişiyle yapılacak işler, hatta bir kişiye dahi inebilecek işler görebileceğiz.
Akıllara tek kişiyle koro olur mu sorusu gelecektir. Felsefi olarak mümkünse de pratik olarak değil. Sizlere bunun iyi bir örneğinden bahsedeceğim; Hollanda’da, Hollanda Oda Korosu (Nederlands Kamerkoor) tarafından mart ayında, çok ciddi bir Aziz Matta Pasyonu2 (Matthäus Passion)3 dönemi olur. Bu tarih, İsa’nın göğe yükselişinin yıl dönümü olarak görülüyor ve bütün Hollanda’nın performanslarla dolu olduğu bir dönem.
Fotoğraf: https://www.nederlandskamerkoor.nl/over-ons/
Bu yıl mart ayında ise Hollanda Oda Korosu, Sessiz Pasyon (The Quiet Passion)adlı bir proje ortaya çıkardı4. Adının Sessiz Pasyon olmasının nedeni ise şu anda sesimizi çıkaramıyor oluşumuz. Bence bu örnek, içinde yapılan işin neden yapıldığı sorusunu barındıran ve niceliğinden ziyade niteliğine odaklanan çok iyi bir örnektir. Bahsettiğim projede, bir koro sanatçısı, yanında bir eşlikçi, bir çellist veya bir continuo sanatçısıyla beraber toplumun farklı kesimlerine gitti.
İlgili bir örnek daha vereyim; müzisyen bir restoran sahibine giderek: “Bu dönemde sizler de bizler de çalışamıyor ve bu konuda ortak bir acıyı paylaşıyoruz. Bu pasyonda tıpkı bunun gibi bizim bir ortak noktamız. Size bundan tek kişilik bir bölüm seslendirmek istiyoruz.” diyor ve restoran sahibiyle dinlerken hissettikleri üzerine sohbet ediyorlar. Ardından restoran sahibi, işlerin kötü gitmesine duyduğu üzüntünün yanında kendileriyle bir ortaklık hissi duyduğunu söylüyor.
Bu örnek, esasında bir koro için hazırlanmış olan bir eserin performans pratiği içerisinde, belirli bölümünün tek kişiyle gerçekleştirilmesi yoluyla kurgulanıyor. Dolayısıyla arkasında barındırdığı düşünsellik açısından iyi bir örnek.
ZY: Başta söylediğimiz gibi, bu bahsettikleriniz salgın sonrasına taşınabilecek iyi örnekler arasında. Buradan hareketle; farz edelim ki 2023’te salgın artık bitti ve maskelerimizden kurtulduk. Belki biraz iyimser bir okuma olabilir, ama böyle olduğunu farz edecek olursak neler öngörüyorsunuz? Klasik müzik dünyası ve özellikle koro dünyası bugünden çok farklı olacak mı?
BOE: Evet bence farklı olacak ve bu iyimser okumanın da gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bir örnek vereyim; Utrecht kentinde Avrupalı koro şefleri için 2022 yılının temmuz ayında gerçekleşecek olan bir festival hazırlıyoruz. 2021 koro festivalimiz -Avrupa’da her 3 yılda bir yaptığımız en büyük festival- dijitale dönüşmek zorunda kaldı. Bunun elbette insanlar üzerinde büyük bir psikolojik etkisi oluyor…
Şimdi 2022’yi ve bir araya geldiğimizde nasıl bir ruh halinde olacağımızı düşünüyoruz. Belki 2,5 yıl sonra tekrar bir araya gelebildiğimiz ilk anlar olacak. Bu yüzden açılış konserini kurgularken; fiziksellik yani dokunabilmek, dokunamasak da karşı karşıya olabilmek, dijitale karşılık analog olmak üzerinden kurgulamaya başladık.
Bu 2023’e de yansıyacaktır ve ben düşünme biçimlerimizin çok daha farklı bir yerde olacağını düşünüyorum. Demek istediğim; klasik müzik, koro müziği, orkestra müziği belki dış görünüş olarak değişmeyebilir ama içi değişecek çünkü burada, yaptığımız işin anlamını iki yıl boyunca sorgulamış olan yüz binlerce sanatçıdan bahsediyoruz.
Bu anlamda yakın zamanda yapılmış çok iyi bir örnek gördüm; Patricia Kopatchinskaja Youtube’a bir prodüksiyon getirdi. Bu prodüksiyonda, Schubert’in Ölüm ve Kız (Der Tod und das Mädchen) eseri, içinde rönesanstan ve çağdaş dönemden müzikler de var. Bu bir Youtube prodüksiyonu ve herkes tarafından da erişilebilir5. Klasik müzikçilerin bu konu hakkında ne düşündüğüyle alakalı dinlemiş olduğum bazı podcastlerden yola çıkacak olursam; bu vesilenin bizim konser salonuna olan güçlü bağımlılığımızın birazcık kopmaya başlayacağını düşünüyorum. Kendimizi yaptığımız üretimin topluma ulaşılabilirliği ve erişilebilirliği üzerinden tanımlayan bir noktaya geleceğimizi düşünüyorum.
ZY: Bu söyledikleriniz neticesinde toplumun farklı kesimleri arasında müzik üzerinden oluşan bir diyaloğun büyümesinin yanında, klasik müziğin dinlenilirliğinin artacağını ve koro müziğinin daha fazla insan için ulaşılabilir hale geleceğini düşünüyorum.
Asya salgını etkisinde bir koro eseri, Antonin Dvořák: Requiem Op. 89 Confutatis Maledictis
Ölümlerin arkasından yazılan ve missa6formunu taşıyan cenaze ağıtına Requiem denmektedir. Antonin Dvořák bu eseri, 1890 yılında Asya gribi ya da Rusya gribi diye anılan, yaklaşık 1 milyon kişinin ölümüne sebep olan salgının sonrasında bestelemiştir.
Yapıtın böylesine bir ağıt niteliği taşımasında, bu salgının da muhtemelen etkisi var. Orkestra, koro ve solistler için olan eserin prömiyeri, bestecinin şefliğinde yapılmıştır. Jakub Hrůša şefliğinde, Prag Filarmoni korosu, Çek Filarmoni Orkestrası seslendiriyor.
ZY: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve İstanbul Devlet Konservatuarı’nda hocalık yapmakta olan Aslıhan Hanım, aynı zamanda Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın flüt grup şefi.
Aslıhan And’ın pandemi sürecinde müzikle olan deneyimini dinlemeye başlıyoruz.
Bir flüt sanatçısı olarak bu süreci nasıl yaşadığınızı bizlere anlatır mısınız?
Aslıhan And: Pandemi, herkesin olduğu gibi bizlerin açısından da zor geçti. Sevdiklerimizden, alıştığımız düzenimizden, öğrencilerimizden ve orkestralarımızdan uzak kaldık. Sürekli bir tedirginlik hali içerisindeydik. Tutunmaya çalıştığımız şeyler tabii ki oldu, belki bunlardan da bahsederiz.
Dileğim, bu dönemin bir an önce son bulması. Bununla beraber, 2020 Mart ayından beri pandemi sebebiyle yaşanan sıkıntılara, can kayıplarına dair edindiğimiz farkındalığımızı ve hüznümüzü derinden hissediyor ve paylaşıyorum.
ZY: Çok fazla çevrimiçi projeniz oldu mu bu dönemde?
AA: Çevrimiçi projelerim oldu, müzisyenler olarak bu yeni düzenimize adapte olabilmek için çok uğraştık. Çevrimiçi düzenimizde yaratıcılığımızı kullanmamız gerekti. Daha önce hiç denemediğimiz şeyler yaptık. Kayıtlarımızı ve performanslarımızı hem bireysel hem bir arada yapabildiğimiz kadar çevrimiçi ortamlarda da deneyimledik.
Anda olma hâli
ZY: Bu süreçteki deneyimleriniz, canlı performans deneyimlerinize göre farklı mıydı?
AA: Çok farklıydı diyebilirim. Canlı yapılan müzik içerisinde, beraber müzik yapabilme keyfini ve lüksünü barındırıyor. Her şeyden önce bunun ne kadar güzel bir şey olduğunun farkına vardık. Beraber müzik yapmak; birlikte hissedebilmek, bir ahenk içerisindeyken birbirimize refleks gösterebilmek ve bir şeyin parçası olabilmek gibi güzel unsurları barındırıyordu. Biz bundan mahrum kaldık.
Fakat tabii ki kendi içimizde birçok müzisyenin yaptığı gibi, ortak çözümler bulmaya çalıştık. Bu çaba, bizi birlikte çözüme yönlendirdiği için yine birlikte kıldı. Bence müzisyenler en çok bu dönemde bu kadar bir hissettiler.
Canlı performanstan farkı, tabiatıyla dinleyiciye sahip olamamamız ve onlara çalamamamız. Dinleyicinin varlığının verdiği o değerli his, çok daha büyülü bir atmosfer sağlıyor. Onun dışında, kayıtla değil de tek bir performansın getirdiği o doğallığı yaşayamadık bu süreçte. Bu kesinlikle benim son derece hissettiğim bir eksiklikti.
Kayıt yapabilmek hem müzisyenleri hem öğrencileri çok geliştirdi fakat alışkın olduğumuz bir düzen değildi. Aynı zamanda müzisyenin canlı yayında yapılan müzik sırasındaki heyecanı, akışta olması ve o anda olma hali bambaşka bir şey.
Biz, “anda olma halini” yaşayamadık. Bir de tabii seyirci için de bizim için de çıplak kulakla dinlenen müziğin verdiği his bambaşka. Elbette o süreçte de çevrimiçi müziğin farklılıklarını hissettik. Ayrıca çevrimiçi müziğin de olumlu tarafları var; zira onun sayesinde dinleyiciye ulaşabildik.
Pandemi sürecinde sanat, insanlar için en büyük birleştirici ve iyileştirici güçlerden biri oldu. Özellikle pandeminin başlarında açılan çevrimiçi etkinlikler, kurumların dijital olarak arşivlerini açması, çevrimiçi konserler bence kesinlikle insanlara umut ve birliktelik duygusunu aşıladı. Özetleyecek olursam, evet canlı yapılan müziği çok özledik; ama çevrimiçi müziğin değeri yadsınamaz.
ZY: Bu dönemin özellikle müzisyenler için zor bir dönem olduğunu çok iyi biliyoruz. Bir flüt sanatçısı olarak böyle nefesli çalgılar açısından ve bu çalgıları icra eden sanatçılar açısından, bu süreç biraz daha zor yaşandı diyebilir miyiz?
AA: Çok doğru söylüyorsunuz, bu şekilde dezavantajları çok yaşadık. Ama her müzisyen bizler kadar yaşadı. Her enstrümanın kendine göre farklı özellikleri var. Dolayısıyla hepimiz dezavantajlarını yaşadık.
Müzisyenlerin şartları açısından bakıldığı zaman, özellikle bir kurumda çalışmayan, kendi bireysel projeleri ile performanslarını sergileyen ve bu şekilde geçinen müzisyenlerimiz bu sürecin en çok etkilenenleriydi.
Genel anlamda müzisyenler olarak hepimiz çok etkilendik. Örneğin, evimizde çalışamadık. Flüt belki de o kadar zor bir enstrüman değil, komşularımız tolere edebiliyorlar ama örneğin bakır nefesli enstrümanlar ve vurmalı çalgılar çalan müzisyenler evlerinde enstrümanlarını çalamadılar. Bir müzisyenin çalışamaması onun körelmesi demektir. Evimizin içerisindeki diğer insanlar ve komşularımızın sabrı bizim için çok önemliydi. Bazılarımız bu sabrı da elde edemediler. Onun dışında her müzisyende olduğu gibi sahneden uzak kalmanın yarattığı, sahadan uzak kalma hissimiz vardı. Bu bizler için hiç alışıldık bir şey değildi çünkü; müzisyenliğimizi ortaya koyabilecek platformumuz elimizden alınmıştı.
Bir de şunu söylemem gerekiyor; enstrüman fark etmeksizin dört duvar arasında çıkan sese alışmamız zaman aldı çünkü akustik anlamında da çok farklı. Bu şartlarda kayıt yaparak var olmaya çalıştık. Bu hiç alışık olduğumuz bir şey değildi. Her şeyden önce birlikte müzik yapamadık. Yani birliktelik bu anlamda bizi en çok birbirimize bağlayan şey.
Flüt diğer enstrümanlara göre daha riskli bir grupta yer almakta. Hem ağızlık kısmından hem de flütün uç tarafından çıkan nefesimiz sonucunda risk taşıyor ve dikkatli olmamız gerekiyor. Bu yüzden de yapılan etkinliklerde orkestralar içerisinde, birbirlerinden camekânlarla ayrılan bölmelerde çalışmak durumunda kaldık çünkü maske takamıyoruz; flütün de bu anlamda en riskli grupta olduğunu söyleyebilirim.
Çevrimiçi müzisyen yetiştirmek mümkün mü?
ZY: Eğitim açısından baktığınız zaman, öğrencilerinizle ilişkileriniz, eğitimin genel durumu ne düzeydeydi, bize anlatır mısınız biraz tecrübelerinizi?
AA: Müziği çevrimiçi öğretmeyi bizler de yeni öğrendik. Fakat ne kadar müzik eğitimini verebilsek de çevrimiçi bir şekilde müzisyen eğitebilmek mümkün değil. Çevrimiçi bir şekilde müzik öğrenilebilir ama müzisyen olunamaz. Müzisyen olabilmek için birlikte olmak gerekiyor. Özellikle öğrencilerin bu reflekslere alışması gerekiyor, bunu hissetmeleri gerekiyor.
Bu şekilde mezun olan öğrencilerimiz de oldu, fakat mevcut şartlarda bunun olması gerekiyordu. Biz de bunu en iyi şekilde değerlendirmek için durumun artılarına odaklandık. Bu artılardan söz edecek olursak; daha önceden çevrimiçi olan eğitimlere çok sıcak bakmıyorduk ancak gördük ki şu anda dünya birbirine daha fazla yaklaşmış durumda.
Onun dışında öğrencilerin yaklaşımını, bir ekran karşısında saatlerce durabilmelerini, ses kalitesi bozukluklarına rağmen, devamlı tekrar çal dememize rağmen onların sabrı çok geliştirici oldu.
Ben kendi adıma yurtdışında ve yurtiçinde bağlantıda olduğum değerli hocalarımızdan destek alarak sınıfımdaki öğrencileri onlarla birleştirmeyi hedefledim. Böylece onları motive etmek amacıyla elimizden geleni yaptık.
Bu süreçte velilere de aslında çok görev düştü. Şöyle bir şey söyleyebilirim, küçük yaşta bir flüt öğrencisiyle çalışmaya başlamam gerekti ve bu aşamada veli benim elim kolum oldu çünkü yeni başlayan bir öğrenciye, parmaklarını nereye koyacağını gösterme işinin tek başına yapılması imkânsız. Dolayısıyla hepimiz rollerimizi üstlenip, elimizden geleni yaptık.
Ertelenen performansların öyküsü
Bir Askerin Öyküsüadlı eserinin konser süiti versiyonunu, Pierre Boulez yönetimindeki Cleveland orkestrasından dinleyeceğiz. Kısaca bu eserin öyküsünden bahsedelim: Bir Askerin Öyküsü’nün7 Dünya prömiyeri 1918 yılında yapılıyor fakat bir sonraki icrası, 1924 yılına kadar beklemek durumunda kalıyor. Neden mi? Aslında bugünkü gibi maalesef salgın yüzünden.
Bu sefer de dünya İspanyol gribinden kırılıyor. Salgın, Avrupa’da etkisini göstermiş durumda. Ne yazık ki Stravinski’nin ekibi de bundan etkileniyor ve turneler iptal oluyor. Yaklaşık 1 saat süren bu eser okunmak, çalınmak ve dans edilmek için hazırlanmış. Haliyle küçük de olsa, kadrosu 7 kişilik bir müzisyen topluluğu, oyuncular ve dansçılardan oluşmakta.
Ayrıca bu eserin arka planında, bir askerin sonsuz maddi kazanç için kemanını şeytana satmasını anlatan bir hikayesi de var. Eser keman, kontrbas, klarnet, fagot, trompet, trombon ve perküsyon için yazılmış.
YEB: Fagot sanatçısı Aziz Baziki, Berlin’de yaşıyor. Daniel Barenboim yönetimindeki Doğu-Batı Divan Orkestrası, Valery Gergiev yönetimindeki Rus Alman Akademi Orkestrası, Ensemble Resonanz Hamburg ve Pierre Boulez Ensemble Berlin’in devamlı üyelerinden. 2021 itibarıyla da Berlin Barenboim-Said Müzik Akademisi’nin fagot eğitmenliğine başladı. Aziz Baziki bize Berlin’de yaşayan bir müzisyen ve eğitmen olarak, pandemi sürecini orada nasıl yaşadığını, nasıl deneyimlediğini anlatacak.
Aziz Baziki: Almanya bildiğimiz gibi klasik müziğe çok çok önem veren bir ülke. Klasik müzik, kültürlerinin çok büyük bir parçası. Dolayısıyla pandemi başladığından beri Alman hükümeti, bu sektörün sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi için çok çaba sarf ediyor. Almanya şu anda Avrupa’da en az Covid-19 vaka sayısına sahip ülkelerden biri. Buna rağmen burada online konserler devam ediyor. Onun dışında ekstra projeler organize ediliyor, serbest çalışan müzisyenler için devlet tarafından fonlar ayrılıyor.
Özetleyecek olursam, klasik müzik sektörü, diğer sektörlerden ayırt edilmeksizin, sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için çok fazla destek görüyor.
İkinci dalga başladığında da 2-3 aylık bir süreden daha fazla ara verilmedi. Bütün orkestralar online konserlerini yapmaya devam ettiler. Dolayısıyla müzisyenler sahnelerden geri kalmadı. Pandemiden zarar gören müzisyen arkadaşlarım da şimdi yavaş yavaş sektöre geri dönmek için hazırlık yapıyorlar diyebilirim.
ZY: Aziz Bey peki sizin özelinizde ne tür gelişmeler var, konserlere başladınız mı?
AB: Yılbaşından sonra ben de başladım. Evde geçirdiğim dönem neyse ki çok uzun olmadı. Çok uzun olmadı derken, pandemiden önce çok aktif olarak çalışan bir müzisyen olduğum için, inanın 1 aylık bir ara bile insana çok fazla geliyor. İnsanın 1 ay evde oturması motivasyonunu kırıyor, farklı farklı düşüncelere dalıyorsunuz. O dönemde de evde çalışmalarıma devam ettim.
ZY: Peki, çevrimiçi projeleriniz oldu mu o dönemde?
AB: Tabii. Bazı orkestralar evden kayıt yapıp göndermemi istedi, bazıları test yaptırarak beni davet etti. Şehir değiştirerek Hamburg’a, Frankfurt’a gittiğim oldu ve Köln’e gittiğim oldu. Oralardan davet aldığımda mutlaka test yaptırmam gerektiğini söylediler ve test yaptırarak sahneden çevrimiçi konserleri düzenlediler, ben de birkaç tanesine katıldım.
“Tek öksürük bile duymadım”
ZY: Neler hissettiniz Aziz Bey? Canlı performans gibi olmadığını söyleyenler de var; başka türlü düşünenler de. Sizin tecrübeniz ne yöndeydi?
AB: Biliyorsunuz dünyaca ünlü şef Daniel Barenboim ile çalışıyorum. Kendisinin röportajındaki bir cümlesi, benim hislerime de tercüman oldu. Barenboim, çevrimiçi konserlerle ilgili olarak “Tek bir öksürük bile duymadım.” demiş. Ben de onun söylediği cümlenin arkasından giderek, şöyle bir şey söyleyebilirim; sahneye çıkıyorsunuz, tıpkı normal canlı konsere hazırlanır gibi kendinizi hazırlıyorsunuz, frakınızı giyiyorsunuz, enstrümanınızı açıyorsunuz... Sahneye bir çıkıyorsunuz, salon bomboş... Dolayısıyla seyircinin orada olmaması Barenboim’in de söylediği gibi tek bir öksürük bile duymamanız, tek bir nefes sesi duymamanız, kimseyi görmemeniz size garip bir his veriyor. Benim de hislerim bu yöndeydi açıkçası. Fakat ona rağmen, bu dönemde bile konser çalabilmenin çok büyük bir şans olduğunun farkındaydım.
YEB: Bu durumu bir dinleyici olarak da deneyimlemişsinizdir muhakkak. Dinleyici perspektifinden çevrimiçi konser izleme deneyimi nasıldı sizin için?
AB: Eğer bir orkestra sizi konsere davet ediyorsa, öncesinde mutlaka hangi eseri çalacaksanız onun kaydını -eğer daha önce çalmadıysanız ve eseri bilmiyorsanız- Youtube’da çeşitli orkestralardan dinlersiniz.
Tıpkı böyleydi. Evimde oturup sanki bir orkestra beni davet etmiş de bu eser nasıl yorumlanır, ya da ben ikinci bölümde hangi enstrümanlarla beraber çalıyorum niyetiyle izler gibi hissettim kendimi. Dolayısıyla esas garip hissettiren his sahnede olmaktı, evden izlemek değildi diyebilirim.
ZY: Üflemeli enstrüman çalan bir müzisyen olarak, bu süreci deneyimlemek anlamında diğer sanatçılarıyla aranızda bir fark görüyor musunuz?
AB: Bir senfoni orkestrasına baktığımız zaman; eserine göre 14-16 ya da 25-30 keman bulunur. Büyük senfoni orkestralarında, 10 tane viyola, 8 tane kontrbas, 10 tane çello bulunur ve bu sayılara kıyasla üflemeli enstrümanların sayısı, hiçbir zaman yaylı enstrümanların sayısını geçmez. Pandemi koşullarında enstrümanların arasında ve sahnedeki insanların arasında mesafe olması gerektiğini göz önünde bulundurursak; bir orkestrada üflemeli sazların yaylı sazlara oranla çok daha az olduğunu görürüz.
Dolayısıyla pandemi üflemeli sazları kesinlikle daha çok etkilemiştir. Özellikle bir orkestrada kadrolu olmayan ve serbest çalışan müzisyenleri daha da fazla etkilemiştir çünkü pandemi sürecinde orkestralar, mümkün olduğu kadar küçük kadrolu eserler çalmaya ve seçmeye başladı.
YEB: Üflemeli sazların pastada payı azalırken, bir yandan da yeni nesiller eğitmeye devam ediyoruz. Pandeminin ilk gününden itibaren düşünecek olursanız, bu süreci bir eğitmen olarak nasıl yaşadınız?
AB: Almanya bize öyle kolaylıklar sağladı ki... Üflemeli enstrüman çalan öğretim üyeleri ders yaparlarken, öğrencilerle arasına saydam cam gibi fakat plastikten, birbirinizi görebileceğiniz şekilde küçük duvarlar koydular mesela. Aynı şekilde sınıfa girmeden önce hem öğrenciyi hem de öğretmeni test yapma zorunluluğu getirdi. Benim öğretim görevlisi olduğum akademi haftada iki kez dersimiz olmasa dahi, testleri bize temin ederek kendimize test yapmayı şart koştu. Almanya’nın sağladığı bu imkânlar sayesinde pandemi sürecinde eğitim sektörü neredeyse hiçbir şekilde sekteye uğramadı. Tabii bunu normal okullar ya da yuvalar için söyleyemeyebilirim, onlar uzun bir süre kapalı kaldı.
Müzik camiasında, kulağınızın duyması ve hocanızı bir şekilde taklit edip kendinizi geliştirebilmeniz çok önemli. Yönetimimiz de bu işin bilincinde olduğu için bize her zaman en iyi imkânı sağladılar.
“Umarım müzik onları da iyileştirir”
ZY: Daniel Barenboim’un Divan Orkestrası’nda çalıyorsunuz. Talihsiz günler yaşıyoruz. Örneğin Gazze’de olup bitenler hakkında ne demek istersiniz?
AB: Barenboim-Said Akademisi ve 6-7 senedir çalıştığım, bizzat görev aldığım Divan Orkestrası, politik olarak bir araya gelmesi imkânsız milletlerin insanlarıyla toplanıp müzik yapan bir oluşum. Dolayısıyla benim akademideki öğrencilerimin nereden baksanız %90'ı İsrailli ve Filistinli.8
Oraya gittiğimde görüyorum ki, o topraklarda yaşanan savaşların hiçbiri müzik sektöründe yok çünkü din, dil, ırk, ülke, kültür fark etmeksizin hepimiz aynı dili konuşuyoruz. Bu dil müziktir ve Daniel Barenboim müzisyenliğinin yanı sıra çok barışçıl bir kimse. Kendisi aynı zamanda barış elçisi olup, birkaç ülkenin barış elçiliğini yürüten bir insan olduğu için, bize bu düşünceleri beraber çalıştığımız yıllarda hep aşıladı.
Dolayısıyla o topraklarda yaşanan talihsiz savaşlar için şunu söyleyebilirim, umarım bir gün müzik onları da iyileştirir.
YEB: Söyleşi yaptığımız Burak Onur Erdem, Aslıhan And ve Aziz Baziki’yle pandemi ve sosyal sürdürülebilirlik ilişkisini konuştuk. Konuklarımız arasında bir koro şefi, ardından aynı zamanda eğitmenlik de yapan bir flüt sanatçısı ve bir fagot sanatçısı vardı.
Onlarla canlı müzik pratiklerinin pandemiyle beraber nasıl değişip dönüştüğünden, çevrimiçi ortama nasıl adapte olduğundan ve bunların müzik/mekân ilişkisine nasıl etki ettiğinden bahsettik.
¡Feliz cumpleaños piazzola!
ZY: Astor Piazzola; kendisi bir yandan caz, bir yandan klasik müzik, bir yandan da tangoyu bir araya getiren 20. Yüzyılın müzik dehalarından birisi ve bu yıl onun 100. doğum günü.
Tabii Piazzola’nın İtalyan bir aileden geldiğini, Arjantin’de doğduğunu, New York’da büyüdüğünü bilmenin, müziğini anlamak için önemli olduğunu bir kez daha hatırlatalım. Birçoklarına göre, New York’un cadde ve sokaklarının sertliği ile şiddeti çoğu zaman müziklerine yansımıştır.
YEB: Eserde duyduğumuz perküsif motifler, aynı zamanda gitar ikilisinde de gitarın gövdesine yapılan vuruşlarla duyulmaktadır. Gitar ikilisi için yazılan bu eseri nefesli bir saz olan fagotun farklı tınısından dinliyoruz. Quadriga Bassoon Ensemble ve Andreas Berger (perküsyon) tarafından icra edilecek.
Derlemeye katkıda bulunanlar: Yasemin Yüksel, Beyza Mollaoğlu, Bilge Ekşi, Burak Akdemir, Oğul Alim Özçelik, Onur Yemişen, Rana Nur Aydın, Zeynep İlik
Burak Onur Erdem kimdir?
Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslarası İlişkiler mezunu olan Erdem, lisansüstü eğitimini İTÜ Müzik İleri Araştırmalar Merkezi’nde koro şefliği üzerine gerçekleştirdi. Uluslararası çalışmaları esnasında Maria Guinand, Anders Eby, Volker Hempflig gibi şeflerle çalıştığı bilinmektedir. Koro Kültürü Derneği kurucusu olan Erdem, aynı zamanda Avrupa Korolar Federasyonu yönetim kurulu üyesidir.
https://muzik.iksv.org/tr/sanatcilar/burak-onur-erdem
Aslıhan And kimdir?
Tekfen Filarmoni Orkestrası flüt grup şefi olan And, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul Devlet Konservatuarında araştırma görevlisi olarak eğitim vermektedir. Özlem Noyan ve Vieri Botazzini’den flüt eğitimi almasının ardından yüksek lisans eğitimini Jürgen Franz ile Hochschule für Musik und Theater Hamburg’da tamamladı.
https://www.aslihanand.com/turkce
Aziz Baziki kimdir?
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı mezunu olan Baziki, 2012’de Berlin, Hochschule für Musik Hanns Eisler’de Prof. Volker Tessman ile fagot eğitimine devam etti. 2015 yılından bu yana, Daniel Barenboim yönetimindeki Doğu-Batı Divan Orkestrası ve Valery Gergiev yönetimindeki Alman-Rus Müzik Akademisi orkestrasının daimî üyesidir.
https://barenboimsaid.de/professor/aziz-baziki
1 Eric Whitacre tarafından düzenlenen, dünyanın birçok yerinden insanın dijital platform sayesinde bir araya gelebildiği bir koro etkinliği örneği:
https://www.20k.org/episodes/virtualchoir
2 Aziz Matta Pasyonu hakkında okuma için:
https://www.jstor.org/stable/41640298?Search=yes&resultItemClick=true&searchText=st.+matthew+passion&searchUri=%2Faction%2FdoBasicSearch%3FQuery%3Dst.%2Bmatthew%2Bpassion&ab_segments=0%2FSYC-5917%2Ftest&refreqid=fastly-default%3A31fb5849d6de088fcc171dc4932dbdfe&seq=1#metadata_info_tab_contents
3 İsa’nın ömrünün son dönemini konu alan İncil metinleridir. En erken 4. yüzyıldan itibaren Hristiyanlığın önemli günlerinde bu metinlerden pasajlar okunması geleneği yerleşmiştir. Motetik, cevaplı ve oratorik olmak üzere çeşitleri olup, çok sesli kompozisyonun temellerini oluşturan stillerden biridir.
4 Sessiz Pasyon’un tüm bölümlerini Hollanda Oda Korosu’ndan dinlemek için: https://www.nederlandskamerkoor.nl/en/the-quiet-passion/
5 Bahsedilen prodüksiyonu dinlemek isterseniz: https://www.youtube.com/watch?v=WPlWstUaHAE
6 Missa: Beş bölümden oluşan Missa formu, katolik ayinlerinde merkezi bir rol oynamaktadır. 5. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan bu formun üzerinde yüzyıllar boyunca yapılan çeşitlemeler Batı müziği repertuvarının önemli bir parçasını oluşturur.
7 İgor Stravinky’nin L’histoire du Soldat (Bir Askerin Öyküsü) eser analizi: https://www.proquest.com/openview/08a0e6ad78558ee63f80cd30993e4d94/1?pq-origsite=gscholar&cbl=34879
8 Said-Barenboim Akademisi ile ilgili daha detaylı bilgi edinmek isterseniz bu videoya göz atabilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=Jjqk7kt_y8g